Type Here to Get Search Results !

SOFYA





Kapıkule’den Başkent Sofya’ya 4 saatte ulaştık. Bir Türk restaurantında çorba ve çay içtik. Sonra, günlerce demleme çay bulamayacaktık Avrupa’da.     



Sofya, Vitosha Dağı’nın eteklerine kurulmuş bir şehir. Nüfusu 1,5 milyonken Bulgaristan’ın AB’ye girmesiyle başlayan göç yüzünden 900.000'lere kadar inmiş. Hatta Avrupa Birliği, bu yoğun göç yüzünden Bulgaristan’ı birliğin dışında bırakmakla tehdit ediyormuş.





Başkent’e girerken sosyalizmden kalma APARTMEN dedikleri sosyal konutlar dikkat çekiyor. AB’den gelen paralarla ne kadar toparlanmaya çalışılsa da çoğu kötü durumda. Dış cephe işini alacak herhangi bir firma, dünyanın en zengini unvanını garantiler. Eli yüzü düzgün olanlardan birini çektim.

Bulgar halkının geliri çok yüksek olmadığından bu sosyal konutlarda yaşamaya devam ediyorlar. Sosyalizmden demokrasiye geçilirken adaletsiz bir sınıf farkı ortaya çıkmış. Ama olumlu durum şu: Komünizmden kalan bu konutlar herkese dağıtılmış. Yani, konutlar çok iyi durumda olmasa da özellikle 30 yaşının üstünde herkesin bir evi var.



Makedonya ve Bulgaristan gibi daha fakir Balkan ülkelerinde sistem buymuş. Dolayısıyla kira derdi olmayan halk 300 Euro gibi maaşlarla geçiniyormuş. AB’ye girdikten sonra yapılan yeni ve konforlu binaların aylık kiraları da 400-500 Euro civarındaymış.


Sofya, yeşil ve güzel bir şehir ama gelen yabancılar halkı soğuk buluyormuş ve Bulgarlar da bu durumdan rahatsız olmadıkları gibi sadece içip kafayı bulduklarında gülümsediklerini anlatırlarmış.

Bir şehrin Sofia ismini alabilmesi kolay değilmiş. Her şeyden önce 365 kiliseye sahip olması gerekiyormuş. Bu gerçekleşince orada Aya Sofia kilisesi bulunuyor ve şehir SOFYA adını alabiliyormuş. İstanbul’da toplam 365 kilise olduğu için AYASOFYA Kilisesi (Camisi) varmış. Bir de Makedonya’nın Ohrih şehrinde,365 kilise olduğu için Ayasofia kilisesi varmış.


Ayasofia; kutsal bilgelik demekmiş ve bu kiliseler sadece Hz. İsa’ya atfedilebilirmiş.

Sofya’da ibadete açık kalabilen tek cami "Banyabaşı Camisi"dir.




Caminin hemen sağ tarafında, ana cadde üzerinde, Kutsal Bilgelik anlamı taşıyan, şehrin koruyucusu dev Aya Sofia heykeli karşımıza çıkıyor.  Aslına bakarsanız cadde görünmeden ve her şeyden önce heykeli görüyorsunuz zaten. Ben İslamiyet’in etkisiyle önce camiyi anlatmış olmalıyım J

Heykel, sol elinde kuş, sağ elinde ise defneyapraklarından bir çelenk tutuyor. Defneyle barışı ve bereketi; kuşla bilgeliği, başındaki altın taçla da gücü temsil ediyormuş.


Yine aynı bölgede yürümeye devam ettik ki zaten burada bahsettiğim her mekân birbirine yürüme mesafesinde.

 Daha sonra altın kaplı kubbesiyle Alexander Nevski Katedrali’ndeki -doğu ortodoks katedrallerinin en büyüklerinden biri ve Bulgar patrikhanesinin merkeziymiş- ayine tanık olduk.



Sessizce içeri süzülürken görevlilerin sürekli sallayarak etrafı dumana ve kokuya boğduğu tütsüden nasibimizi aldık. Rehberin söylediğine göre o da ilk kez şahit oluyormuş. Epey geç bir saatte gittiğimiz için, ayine denk geldiğimizi söyledi. İnsanların içeride farklı yerlerde gelişigüzel vaziyette ayakta durduklarını gördük. Ellerini önlerinde bağlayıp başlarını öne eğerek rahibin onlara kutsar gibi hareketler yapmasını bekliyorlardı. 
           


Rahibin arkasından gelen diğeri ise, elindeki kandilden dağılan dumanları üzerlerine doğru sallıyordu. Ve ağızlarında sürekli tekrarladıkları bir ezgi vardı. Hani bi zamanlar bizim her partide çalıp söylediğimiz şu “ Ameno- Era” ydı resmen J




Güzel binalardan bir diğeri ise; İvan Vazov Tiyatro Binası’ydı. 



İvan Vazov, Osmanlı’ya karşı gelerek isyan başlatan ilk isimlerden biriymiş. Arkadaşları yakalanıp asılırken o kaçmayı başarmış ve başka isimlerle Osmanlı’ya karşı yazılar yazmaya devam etmiş. 


          

          Şiirlerinde ve tiyatro oyunlarında, Slav ırkının özel ve kutsal olduğunu, Osmanlı egemenliğinden kurtularak tek başlarına bir şeyler yapmalarının vakti geldiğini anlatmış. Bulgaristan, Osmanlı egemenliğinden kurtulunca, İ. Vazoz adına önce bir anıt dikilmiş daha sonra da “ YAŞAYAN İVAN VAZOV ” adındaki bu tiyatro yapılmış. Kendisi binanın açılışını görmüş.





     Buradaki kazılarda Roma dönemine ait kalıntılar bulunmuş. Çalışmalar devam ederken çıkan eserleri sergilemeye de devam ediyorlar. Ana caddelerden birindeki alt geçitte, zindanlar, tarihi eserler çevrelerinde hiçbir koruma olmaksızın izlenebiliyordu.













        Aşağıdaki fotoğraftaki otel ise;  Sofya Askeri Ataşesi Kurmay Yarbay Mustafa Kemal’in 11 Mayıs 1914 gecesi kıyafet balosuna yeniçeri kıyafetini giyerek katıldığı otel.



          Başta Bulgar Kralı Ferdinand olmak üzere, davet boyunca herkesin  “İşte gecenin en güzel kostümü ” dedikleri bu kıyafet, Ulu Önder Atatürk’ün istediği manevi üstünlüğü de sağlamıştı. Balonun bitiminde, İspanya Maslahatgüzarı, Mustafa Kemal'i evine davet ederek, evinin şark köşesinde O'nun yeniçeri kıyafetiyle bu fotoğrafını çekmişti. 


         Bulgarlar özgürlüklerini Osmanlı-Rus savaşı sonrasında Ruslar sayesinde aldıkları için minnettarlıklarını gösteren çok fazla eser var Sofya’da. Kiliseler, Azizlere dikilmiş anıtlar. Hatta daha önce ayinlerine denk geldiğimizi söylediğim Alexander Nevski Katedrali de bunlardan biriymiş zaten.

            Bitirmeden önce biraz da rehberimizin anlattıklarından özet geçeyim:

            Bu topraklarda yaşadığı bilinen ilk topluluk, Avrupa-Hint kavmi olan Traklarmış. Sonra Romalılar, Bizanslılar ve 14.yüzyılda da Osmanlılar. Ta ki 93 Harbine kadar.

Eski Bulgarlar, Osmanlı’nın buralara adalet, zenginlik ve güzel bir yaşam getirdiğini anlatırlarmış. 1800’lü yıllarda Bulgaristan özgürlüğünü kazanmış. Önce Bulgar İmparatorluğu, sonra komünizm, sosyalizm derken demokrasiye geçiyorlar.

Bulgaristan’ın girişinde, Sofya’ya kadar devam eden (30 km. fazla) sağlı-sollu çok geniş ovalar görmüştük. Ancak işlenmiş değillerdi. Osmanlı topraklarındayken bu topraklar çok verimli kullanılmış. Yetişen sebze ve meyveler İstanbul’a saraya gönderilmiş.

Osmanlı topraklardan çekildikten sonra, sistemli bir biçimde Osmanlı’yı karalayan, halka zulmettiğini anlatan kitaplar yayınlanmış. Uzun yıllar sürdürülen bu propaganda artık yeni nesilde meyvelerini vermeye başlamış. Sofya’da “İlber Ortaylı” benzeri tarihçiler bunun yanlışlığını ispatlayan eserler yayınlamaya çalışmışlar ama onlar çoğu artık Amerika’da yaşıyormuş.

Rehberimiz, Osmanlı-Rus Savaşı, I.Dünya savaşı ve özellikle 1989’da yaşananlarla ilgili çokça üzücü hikâye de anlattı ama çokça siyasete girdiğinden burada anlatmıyorum. Meraktan çatlayın ve araştırın J

Buralarda Turgut Özal’ın sözünü çok anlatırlarmış. Bulgarların Türklere yaptıkları zulümler üzerine Özal, “Fazla canımızı sıkmasınlar, sabah kahvaltımızı Sofya’da yaparız.”

Ardından da bölge halkına kapılarımızı açıyoruz ve ciddi sayıda bir göç yaşanıyor. Gelenlerden en iyi tanıdığımız isim, Naim Süleymanoğlu.




                                                                          Banu Güray



Yorum Gönder

0 Yorumlar
* Please Don't Spam Here. All the Comments are Reviewed by Admin.

Top Post Ad

Below Post Ad

Subscribe Us